Dr. Mine Yildiz

Giden mi daha çok yanar, yoksa kalan mı zorlanır gidenin ardından? Kaderci bir anlayışla, çözümsüzlüğe, bahtsızlığa, acıya, kedere dem vuran  bol ağlamalı ve arabesk içerikler taşıyan bir ayrılık hikayesinden söz etmeyeceğiz elbet.

Gitmek mi daha zor, kalmak mı yoksa?  İşte biz bu soruyu sosyoloji bilimiyle ilişkilendirip biraz imajinasyon yapacağız. Özellikle de uluslararası göçün nedenlerini -toplumsal ve bireysel düzeyde yani makro ve mikro boyutlarda- konu edinen Göç Sosyolojisiyle. Şöyle ki; Sadece bir an için AB ve ABD kapılarının herkese açık olduğunu hayal edeceğiz. Vizelerin veya tüm sınırların kalktığını! Türkiye’de yaşayan insanların eğilimi ne olurdu? Sözü geçen ülkelere yerleşmek isteyen ve Türkiye’de kalanların sayısına dair tahminiz ne olurdu?  Birkaç saniye yazıdan uzaklaşıp düşünebiliriz.

Gelelim realiteye. Kapılar malumunuz herkese açık değil. Açık olması durumunda kaç kişinin veya ailenin göçü seçeceğine dair yaklaşık bir tahminde bulunmak elbette çok güç. Ancak Türkiye’de yerleşik olma duygusunu yitirmiş insanların gözle görülebilir bir gerçek olduğu tahminin ötesinde bir gerçek artık.  Bu sadece sıradan bir gözlem değil aynı zamanda kişisel tecrübelerim de göç eğiliminin yükselişte olduğunu doğrular nitelikte. Kızım Deniz’in eğitimi nedeniyle bir süreliğine Brüksel’de yaşamaya başladık. Buraya ayak bastığımız günden bugüne aldığım yüzlerce mesaj ve telefon Türkiye’den geliyor. Kimileri dostlarım kimileri yüz yüze hiç tanışmadığımız insanlar. Hepsinin araştırmamı istediği sorular ortak;“Avrupa ülkelerinde çocukları için okul, kendileri için iş olanakları, konut fiyatları ve yaşam maliyeti”.

Bu kitlenin bir diğer ortak noktası “Neden ülkeyi terk etmek istiyorsunuz?” sorusuna verdikleri yanıtlar. Ülkenin bir yarısının diğer yarısından farklı inanç, etnik köken ve/ve ya  ideolojiye sahip olduğu için “Oh olsun, iyi ki geberdiler, bizden olmayan yaşamasın, defolup gidin” gibi nefret söylemleriyle dolu siyasal iklimde çocuklarını büyütmek istemeyen kitlenin başka bir ülkede yaşam arayışları bunlar.

1964-65’lerde başlayan göç dalgasındaki sınıfsal kitlenin gerekçesi daha çok ekonomik nedenler[1] idi. Ardından 12 Eylül 1980 faşist cuntası on binlerce kişiyi Türkiye’yi terk etmek zorunda bıraktı (Sadece Almanya’ya sığınan siyasi mülteci sayısı 30 bin civarında olduğu ifade ediliyor). Son yıllarda da Avrupa ülkelerinin yeni bir göç dalgasını, orta-üst gelir grubundan, eğitim düzeyi yüksek, meslek sahibi profesyonellerden ve kendi işinin sahibi insanlar oluşturuyor. Bu bakımdan yeni göç dalgasının farklı bir sınıfsal karakteri var. Bu göç dalgası daha çok, gazeteci, yazar, mühendis, doktor, sinemacı, eğitimci ve akademisyenlerin de içinde bulunduğu yüksek eğitimli işgücünün göçü yani daha çok yeni bir “BEYİN GÖÇÜ!”. Doğduğunuz toprakları, mahallenizi, ailenizi, dostlarınızı bırakıp yabancı bir ülkeye gitmek, dilini bilmediğiniz yeni bir kültüre adapte olmak öyle hiç de kolay değil elbet. Ancak kesin olan şu ki, tüm zorluklarına rağmen gitmenin yollarını arayan, aklı hep gitmekte olup cesaret edemeyen, giden ve dönmek istemeyenler yada dönmek isteyip sonra vazgeçenler her geçen gün daha da görünür oluyor. Böyle düşünen bir kesim başka ülkelere yerleştiler bile. Gözlemim şudur ki; AB ülkeleri bu durumun Türkiye için büyük bir kayıp, ancak kendileri için büyük bir zenginlik olduğunun kesinlikle farkındalar. AB kapısını yoksul göçmen gruplarına kapatırken, entelektüel sınıfa veya ekonomik sermaye getiren gruplara açıyor.

Özellikle 7 Haziran 2015 seçimleri sonrasında maruz kalınan patlamalar, katliamlar, kamusal alanları tekinsiz mekanlar haline getirmiş durumda. Her an nerede patlayacağını bilmediğiniz bir bomba ile can verebilir, terör soruşturması adı altında hiçbir şekilde organik bir bağınız olmadığı halde kimi yapılanmalarla ilişki içindeymişsiniz gibi yaftalanıp işinizi kaybetme riskiyle karşı karşıya kalabilirsiniz. Bunun için sadece muhalif olmanız artık yeterli. KHK ile görevlerinden ihraç edilen ve işlerine dönmek amacıyla açlık grevi yapan akademisyen Nuriye Gülmen ile öğretmen Semih Özakça gibi tutuklanabilirsiniz. OHAL kapsamında KHK’larla yönetilen ve TBMM’nin hiç bir işlevinin kalmadığı bir ülkede artık herşeyin mümkün olduğu görüşü hakim. Tüm bunlar gitmeyi daha sık getirir oldu akıllara bu çok net.

Toplumsal barışa vurulan darbe, insan hak ve özgürlüklerinin askıya alınması, muhalif seslerin bastırılması, yaratılan korku iklimi, geleceğe dair umutsuzluk, çocuklar için daha güvenli bir gelecek sağlama umudu, seküler zihinle büyümüş ve yaşamı o zihinle kurmaya çalışanların Türkiye’de kendilerini daha sıkışık hissetmelerine neden oluyor. Yerleşik olma duygusunu yitirmiş, yeni(!) Türkiye’yi terk etmek isteyenlerin sayısı hakkında kapsamlı bir istatistik mevcut olmasa da, “yurtdışına göç” eğiliminin laftan ibaret olmadığı açıkça görülüyor.

Bugün Türkiye’de siyasi iktidarın, muhalif kesimlere yönelik tahammülsüzlüğünün ve faşizmin ifadesi; “YA SEV YA TERK ET”[2]

Oysa insanlar ülkelerini, doğdukları toprakları terk etmek istemiyor. Sevmek istiyor! 


[1] Bakınız Türkiye ile bazı Avrupa ülkeleri arasında imzalanan ‘misafir işçi’ anlaşmaları

[2] ABD’de Cumhuriyetçi Parti’nin 1950’li yıllardaki seçim sloganı: “Amerika: Love It Or Leave It”, Fransa’da 1997 yılında Cumhurbaşkanlığı seçimleri sırasında Jean-Marie Le Pen meydanlardan halka “Aıme Le Franse Ou Quitte Le Franse” , ABD’li bir yargıç ise göçmenlere yönelik ayrımcı ifadeleri nedeniyle Trump’ı protesto edenlere “Trump’ı Beğenmiyorsanız Başka Ülkeye Gidin” dedi.

Dr. Mine Yildiz

Mine Yildz | Foto: privat

Mine Yıldız is a Turkish blogger and she writes for different newspapers/magazines.

She was born in 1972 in Turkey and has a daughter whose name is “Deniz”.

Yıldız, studied Sociology at the Faculty of Lecturer, Hacettepe University and graduated in 1994. She continued her education at the Public Administration, Political and Social Sciences and she received her master’s degree at Gazi University in 2001, Ankara. In 2009 earned his Ph.D. in Political Science from the Hacettepe University, Ankara. Title of Doctoral Dissertation: “Deputy Advisory in Turkey in Terms of Legislative Function”. Her thesis is the first study in the field of political science in Turkey.

She worked as a research assistant at University between 1995 and 1997.

In October 1997, she begin to work as deputy advisor in the Turkish Grand National Assembly (with social democratic parties) between 1997 and 2015.  She has worked as a volunteer for a Member of  Parliament who is member of Public Enterprises Committee and CHP Group Spokesman at Turkish Parliament from 2015 to 2016.  During the working period at the Parliament, as a deputy advisor/political consultant, she provided support to legislators in several broad areas (legislative works, research and analysis, public relations and communication). She monitored legislative activity in the assigned area of focus and researched proposed legislation, worked with committees, garners support for the legislation. She served as the legislator’s representative and liaison. She also monitored legislation, track issues specific to the legislator’s district, attend meetings and performed other information-gathering duties. In addition to, she prepared writing press releases, newsletters, website content, peeches and also briefing reports, provided legal and supporting documents, and prepared materials and presentations for committee meetings.

She also worked as a lecturer/instructor at the Department of Political Sciences and International Relations at Başkent University from 2013-2014, Ankara.

Her articles were published in printed newspapers and online newspaper and magazines such as Cumhuriyet, BirGün, Haber Sol, İleri Haber, Mülkiye Haber.

Currently Mine Yildiz and her daughter live in Brussels.

Titelbild: Percy Germany CC BY-NC-ND 2.0

5693